Ben bir Hicim by Metin Münir - HTML preview

PLEASE NOTE: This is an HTML preview only and some elements such as links or page numbers may be incorrect.
Download the book in PDF, ePub, Kindle for a complete version.

çevresinde oynayan kuş yok.

Sonunda başladığım yere geri döndüm.

Gene tek başınayım.

Büyüyüp sesi değişmiş ve olduğundan farklı bir hale gelmiş sivilceli bir

çocuk gibi. Hem aynı, hem değişik. Hem kendimim, hem değilim.

Uykuya sarılıyorum – o ilk ve son ve sonsuz sevgiliye – ve sınır olmayan o

sınırı geçip kayboluyorum.

SERT BİR YAĞMUR DÜŞECEK

Çekili perdelerin arkasındaki bahçede bir dana ağlıyor. Bayramda kurban

edilmek için şişmanlatılmakta olan bir dana.

Bütün gün aralıklarla ağladı.

Akşam olunca, onunla aynı bahçeyi paylaşan bahçedeki köpekler de

havlamaya başladı, onlar havladı, dana ağladı. Bu koro uzun süre devam

etti.

Köpekler yalnız bırakılmaktan hoşlanmıyor, dana ise çok geçmeden öleceğini

biliyor. Onun için ağlıyor. Ağlıyor. Ağlıyor. Ağlıyor.

Sesi yükseliyor, bulutların içinden geçiyor, dünya ile uzay arasındaki sınırı

aşıyor, uyduların arasından sıyrılıyor, sır boşluklardan geçiyor, kâinatta

masumların gözyaşlarının biriktirildiği yere uçuyor.

Ben Bir Hiçim

index-268_1.png

266

Gece yarısına doğru, sesler kesilir, araç trafiği azalır, köprü sakinleşir,

hırsızlar sokağa çıkmaya hazırlanırken, dana ve köpekler de susuyor ve

sabaha kadar sessiz kalıyorlar.

Köpekler uyuyor ama dana uyanık. Görmüyorum ama hissediyorum bunu.

Yanılıyor da olabilirim. Belki dana da uykudadır -ruhların ertesi güne

devredilmeden elden geçirildiği garajda.

Dananın ağlamasını ilk duyduğumda sokak arasındaki bu bahçede ne

yapıyor olduğunu anlayamamıştım. Sonra bir kuzu melemesi de duydum ve

jeton düştü. Kurban Bayramı uzak değildi.

Kendimizi hayvanlardan farklı ve üstün addediyoruz ama özde aynıyız.

Başlangıcımız ve sonumuz aynı.

Onlar da hayattan zevk alıyor -eminim bizden daha çok çünkü bizim gibi

özlerine yabancılaşmadılar- ve ölümden korkuyor. Onlar da özlem ve yeis

duyuyor.

Dana ağlıyor, yerini özlüyor, anasını ve buraya gelmeden önce birlikte

olduğu diğer hayvanları.

“Birileri lütfen beni alsın ve geri götürsün. Burada kimseyi tanımıyorum.

Yalnızım” diyor.

Nasıl bilmiyorum, ama yakında bıçak altında öleceğini biliyor.

Perdeyi çeksem onu göreceğim ama çekmiyorum.

Yağmur başladı. Damlalar gürültüyle kaldırımdaki çimento torbalarının

üzerine atılmış naylonun üzerine düşüyor.

Kireç ve kum kokuyor. İnşaat kalıntıları içindeyim. Ceketim tozlu,

çoraplarım kirli.

Yarı karanlıkta yatağa uzanmış Bob Dylan’ın 1964’te New York Philharmonic

Hall’daki konserinin kaydını dinliyorum.

“Sert bir yağmur düşecek” diye söylüyor genç ve hevesli bir sesle. “Tek renk

siyah, tek sayı hiç olacak.”

Hiçbir şey için kurban kesemem.

Hiçbir tanrı için, hiçbir yaratığı kurban edemem.

Hiçbir şey için kendimden başka hiçbir canlıyı adayamam.

Ben Bir Hiçim

index-269_1.png

267

GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMEMİŞ SİKLAMENLERİM

Dünya 4.5 milyar yıl önce meydana geldi. İlk 500 milyon yıl hayat yoktu.

Sonra tek hücreli yaratıklar görüldü, ardından birkaç hücreli basit varlıklar

ve bunlar üç milyar yıl boyunca yeryüzünde hayatın tek temsilcisi oldular.

Beş yüz milyon yıl kadar önce bilim adamlarının hala açıklayamadığı bir

hayat patlaması meydana geldi. Dünya inanılmaz bir süratle sayısız

karmaşık yaratıkla doldu.

Bugün var olan canlı zenginliğinin başlangıcı Kambriyen olarak bilinen o

dönemdir.

O çağdan beri canlılar çevreye uyum sağlayarak ve kazandıkları özeklikleri

ve tecrübeleri genleriyle bir sonraki nesle aktararak, çoğalarak ve değişerek

yaşıyor.

Uyum sağlayamayanlar veya dinozorlar gibi meteor kazasına uğrayanları yok

oluyor.

Çevreye uyum canlı olmanın belki en önemli özelliğidir. Kural basit: Çevre

sürekli değişmekte. Ya buna ayak uydurursun ya ebediyen uyursun.

Bahçemin değişik yerlerinde Kıbrıs’a has yabani bir siklamen türü olan

cyclamen cyprium var.

Bu kuralın işleyişini onlarda görüyorum.

Siklamen yumru halindedir ve kurak yazı dinlenerek geçirir. Toprak soğuyup

ilk yağmurla ıslanınca harekete geçer. Önce yapraklarını açar, sonra

çiçeklerini.

Normal cyclamen cyprium’un yaprağı başparmağınız ile işaretparmağınızın

uçlarını birleştirdiğiniz zaman meydana gelen yuvarlaktan biraz daha

büyüktür. Sapı 3-4 santimdir.

Ama aslında “normal” siklamen diye bir şey yoktur. Çevre neye olanak

veriyorsa normal odur.

Loş yerlerde orta boy tabak büyüklüğünde yaprak çıkaran siklamenler var.

Dün sapı iki karış olan siklamenler gördüm. Şömine için yığdığım dalların

altında kalmışlar, güneşe ulaşmak için saplarını “normal”in neredeyse yirmi

misli uzatmışlardı.

Yaşamak için ihtiyaç duydukları güneş ışığını toplamak amacıyla ne kadar

uzun sap gerekiyorsa o kadar sap, ne kadar büyük yaprak gerekiyorsa o

kadar yaprak.

Ne bir milim az, ne bir milim çok.

Onlara bu milimetrik hassaslığı sağlayan nedir? Nerede durulacağını nasıl

biliyorlar?

Ben Bir Hiçim

index-270_1.png

268

İçlerinde barındırdıkları, kökü dört milyar yıl öncesine giden genlerden.

Genleri siklamenlere çevrenin buyruğunu tercüme edip gelişmelerini ona

göre ayarlamalarını sağlıyor.

Dünyada sessiz sedasız çalışan böyle sonsuz gen var. Genetikçilerin

oynadıkları genler bunlardır.

Siklamenler doğaya uyum sağlıyor, genetikçiler doğayı insana uymaya,

sadece onun çıkarına çalışmaya zorluyor.

Doğanın bir parçası, insan, bütünden, yani doğadan, daha güçlü ise başarılı

olabilirler.

Ne diyorsunuz? Şansları var mı?

ZAVALLI KALBİMİ RAHATLAT

Amerika’nın bir numaralı kitap eleştiri dergisi olan New York Review of

Books hediye verme mevsimi olan yıl sonuna doğru postadan kitap

ilanlarıyla dolu geliyor.

Ağzımı sulandırıyor.

Özal ve internetten önce kitap almak için Londra’ya giderdim. Artık

Amazon.com var. İstediğim kitabı hemen ısmarlayabilirim. Ama ısmarlamalı

mıyım?

Okunmayı bekleyen kitaplarım odalarımda depremlerin okyanusunun

üzerine ittiği tepeler gibi yükseliyor, hayat kısalıyor, zaman daha hızlı akıyor.

Okunmayı bekleyen kitaplarımdan biri zamanın akışının muammasına dair:

Neden zaman, standart olmasına rağmen, bazen yavaş, bazen çabuk geçer?

Kitabı bitirince (sıra gelirse!) cevabını veririm.

Ama işe “Al beni” diyen Hybrid adlı bir kitap. Uygarlılık boyunca insanların

bitkileri çiftleştirerek ve aşılayarak yarattıkları hibritleri anlatıyor.

Muhakkak genetiği değiştirilmiş bitkileri de anlatıyordur.

Nobel Edebiyat Ödülü alan Herta Müller’in iki romanının çevirisi çıkmış.

Ödülü alıncaya kadar adını duymamıştım. Birini ısmarlasam mı? Ama

hangisini? En iyisi ikisini birden mi almak?

Leo Tolstoy’un ölümünden önce yazdığı yazıları toplayan Last Steps (Son

Adımlar) adlı bir kitap var. Kapağında sakallı, gömlekli bir ihtiyar Tolstoy

mutsuz gözlerle fotoğraf makinesine bakıyor.

Mutlu adam neden roman yazsın?

Ben Bir Hiçim

index-271_1.png

269

Give My Poor Heart Ease (Zavallı Kalbimi Rahatlat). Mississippi Delta’sında

köle zencilerin müziği olarak doğan blues müziğini ve Afrika’ya dayanan

köklerini anlatıyor.

Blues şarkıcıları, bizim sazlı âşıklarımız gibi, metal telli gitarlarıyla kasaba

kasaba dolaşır, sokak köşelerinde çoğu kendi besteleri olan şarkılarını

söylerlerdi.

Blues’a has bir stilde çaldıkları gitarları açık havada daha çok ses versin ve

dikkat çeksin diye 12 telli idi. Gelen geçenin şapkalarına attığı paraları

toplayıp başka bir kasabaya veya bir şölende veya bir içki evinde şarkı

söylemeye giderlerdi.

Çoğu genç yaşta, sefil öldü. İlk kayıtları 1920’lerde yapılan Blind Willie

Mctell, Robert Johnson, Blind Boy Fuller gibi şarkıcılar bugün ustalıkları ile

şaşırtıyor.

Amerikan müziğinin tamamın blues’dan gelir. Elvis Presley’den Bob Dylan’a,

Ray Charles’tan Rolling Stones’a birçok sanatçının müziğinde blues kokusu

ve dokusu var.

Bütün bunları son zamanlarda öğrendim. Bob Dylan’ a merak saldıktan

sonra. En önemli ilham kaynaklarından birinin blues olduğunu öğrenince

blues CD’leri almaya başladım.

Bu kitabı alayım mı almayım mı diye uzun zamandan beri düşünüyordum.

Sanırım diğerlerini ısmarlamasam bile bunu ısmarlayıp zavallı kalbimi

rahatlatacağım.

Sonunda, kitap sadece okunmak için değildir. Güzel şeylerle çevrelenmek

içindir.

AVATAR

Avatar filmi gösterildiği ilk hafta sonu dünya çapında gişelerde 242 milyon

dolar topladı.

Filmin yapımına 240 milyon dolar, pazarlamasına 150-200 milyon dolar

para harcandı. Yatırımın geri alınması için daha kat edilecek yol var. Ama

hedefin çok kolay yakalanacağını ve geçileceğine inanıyorum.

Tahminim, Avatar’ın bütün zamanların en fazla gelir getiren filmlerinden biri

olacağı.

Hindu inancına bağlı olanlar, doğruluk ve dürüstlük azalınca tanrıların bir

canlı olarak kendilerini dünyaya indirdiklerine inanır.

Bu inişe “avatar” denir.

Ben Bir Hiçim

index-272_1.png

270

Hindular avatarı andıklarında daha çok Tanrı Vişnu’nun inişlerini kasteder.

Vişnu’nun balık, kaplumbağa, yaban domuzu, yarı insan yarı aslan, cüce,

kutsal çoban gibi değişik hallerde dünyaya on avatar yaptığına inanırlar.

Hintlilerin en popüler ilahi kişilerinden biri olan Krişna kendi inişini kutsal

kitap Bhagavadgita’da (Tanrı’nın Şarkısı) şöyle anlatır:

“Ne zaman doğrulukta düşüş veya günahkârlıkta yükseliş olursa o zaman

kendimi yollarım. İyiliği korumak, kötülüğü yıkmak ve doğruluğu

yerleştirmek için her çağda değişik bir canlı yaratık haline gelirim.”

Filmde bir tanrı insan olmaz, bir insan tanrılaşır. Bu insan bir onbaşıdır.

Uzayın derinliklerinde Pandora adlı gezegende görev yapmaya gider. Oradaki

askerlerin görevi dünyada kilosu 20 milyon dolar eden bir madeni topraktan

çıkaran Amerikan (başka hangi millet olabilir?) şirketini korumaktır.

Pandora dünyanın 360 milyon yıl öncesini andırır.

Amerikalıların maden için kazıp dünyaya benzettiği yerler hariç, bakir ve

bozulmamış, saf ve temizdir. Sular pırıl pırıldır ve balıklarla doludur.

Göklerde bulutlar halinde kuşlar uçuşur. Uçan ve karada yaşayan

dinozorlar, gökyüzünü delen ağaçlar, uçan dağlar var.

Pandora’nın yerlileri Na’vi adlı bir halktır. Na’viler insan benzeri, doğayla

bütünleşmiş, insan gibi yaratıcısından kopmamış, muhteşem yaratıklardır.

Yarı insan yarı kaplandırlar.

Ve “yeşili yok eden, anasını öldüren” beyaz adamın para için Pandora’nın

ırzına geçmesini önlemeye çalışır. Cennetten kovulmamışlar uzay çağı

silahlarına karşı ok ve yaylarla karşı durur.

Aslında değişik şekillerini çok gördüğümüz basit bir öykünün uzayda

oynanan bir versiyonudur Avatar.

Ama bir anlamda farklıdır çünkü insanın ruhunun derinliklerinde hasret

duyduğu şeylere dokunur. İyilik kötülüğü, yeşil siyahı, tokluk açgözlülüğü,

uysallık barbarlığı alt eder. Baktığınız her yer güzel, eğer Na’vi iseniz,

dokunduğunuz herkes dosttur.

Sinemadan coşku ve sevinç içinde, başka türlü bir insan olarak çıkarsınız.

BEN DAHA DOĞMADIM DEDİ

“Dün gece rüyamda öğrenci Metin’i gördüm.” Kumların üstünde T şeklinde

yatıyorduk. Benim ayaklarım denize doğru uzanmıştı. Onun başı karnımın

üzerinde idi.

“Ne yapıyordum?” diye sordum.

Ben Bir Hiçim

index-273_1.png

271

“Otobüsle okula gidiyordun. Yanına yaklaşıp elimi yanağına dayadım ve

saçlarını okşadım. İrkildin. Şaşkınlıkla yüzüme baktın. Tanışıyor muyuz,

diye sordun. Hayır dedim. Ben daha doğmadım. Ama bir gün beni

tanıyacaksın ve çok seveceksin.”

Arabayı park edip bir saat kadar kıyıda yürümüş sonra kumların üzerine

uzanmıştık. Saatimi kaybettiğimden beri saatin kaç olduğunu bilmiyordum.

Umurumda da değildi. Dalgalar beyaz köpüklerini kıyıya bırakıp geri

çekiliyor ama köpükler kaybolmuyorlardı. İnsan yiyen bilim kurgu

canavarları gibi kumların üzerinde bir süre köpürüyor, köpürmeleri bittikten

sonra kumun üzerinde beyaz bir iz bırakıyorlardı. Kimyasal salyangozlar

gibi.

Deniz denize benziyordu ama deniz olduğu kadar çöplüktü. İnsanlığın

oturağı.

Balinalar belki denizin pisliğine ve gürültüsüne dayanamadıkları için

kendilerini Avustralya kıyılarına atıp intihar ediyorlardı. Dünyanın pisliğine

ve gürültüsüne dayanamayıp kendimizi denize atacağımız günlerin

elçisiydiler. Ama mesajlarını anlamıyorduk veya anlamak istemiyorduk.

Başka binlerce mesajı anlamadığımız veya anlamak istemediğimiz gibi.

Kum zambakları kum dağcıklarında dinleniyorlardı. Onların arkasında

yabani kuşkonmazlar büyüyordu. Onların arkasında çam korusu vardı.

Onların arkasında, vadilerin sessiz düzlüklerinde, ekinler rüzgârlar

tarafından okşanarak büyüyordu. Onların arasında arpa çiçekleri boy

atmaya başlamıştı ve şarap renkli laleler topraktan çıkmaya hazırlanıyordu.

Çitlembikler, kamışlıklar, anemon tarlaları, adını bilmediğimiz minik lacivert

çiçekler vardı.

Ve tarlaların arasındaki toprak yollarda avcıların bırakan barut kokan,

havayı kuşsuzlaştıran fişekleri, boş tarım ilacı şişeleri, yırtık pırtık elbiseler,

kırık koltuklar, çöp yığınları. Ölçe ölçe kumaşçı nasıl kumaş topunun

sonuna gelirse biz de dünyanın sonuna gelmiştik. Orada, tuzdan çok

deterjan ihtiva eden denizinin kıyısında, onunla beraberdim.

Ama bütün bunları o an düşünmedim. Ondan sonra, eve gelip yattıktan

sonra, uykunun gelmesini beklerken düşündüm. Orada, başı karnımın

üzerinde onunla beraber yatarken, kapıyı dünyanın suratına kapatmıştım.

“Sonra ne oldu” diye sordum.

“Rüya bitti.”

“Nasıldım?”

“Kocaman gözlüklerin ve siyah saçların vardı. Elinle otobüsün askılığına

tutunmuştun. Koltuğunun altında kitaplar vardı.”

Ben Bir Hiçim

index-274_1.png

272

Kıbrıs’ın EOKA yıllarında bisiklet güvenli olmaktan çıktığı için Rum

tarafındaki okula polis aracı eşliğinde otobüsle gitmeye başlamıştık. O daha

doğmamıştı. Ben on dört yaşında iken doğmasına daha on dört yıl vardı.

Kilometrelerce uzanan kumsalda bizden başka kimse yoktu. Eşsiz bir

gündü.

EĞER YENİDEN BAŞLAYABİLSEYDİ

Gazeteler iç karartıcı yorumlar ve haberlerle dolu. İnsana yılın geçmiş

olanlardan kötü ve korkunç olduğu izlenimi veriyorlar.

Ama bu doğru değil. Gazeteler her zaman iç karartıcı yorumlar ve haberlerle

doludur ve bütün yıllar, bazen daha az bazen daha çok ama daima, kötü ve

korkunç olaylarla doludur.

Huzurunuzu haberlere endekslerseniz ateşin üzerinde unutulmuş tencere

gibi kaynarsınız, dibiniz tutuncaya kadar. Gazete hayatın milyonlarca

boyutundan biridir ve çoğu zaman gerçeği değil gerçeğin puslu bir aksini

gösterir.

Gazete huzur değil haber verme işindedir.

Tahrik eder, sarsar, kışkırtır, heyecanlandırır, telaşa verir, galeyana getirir,

abartır ve tedirgin eder. Zen’vari bir duruluk istiyorsanız gerçekle gerçeğin

görüntüsü arasına bir duvar koymanız, önemli ile önemsizi ayırt edebilme

yeteneğinizi bilmeniz gerekir.

Arkadaşım İrfan Kocabıyık ikide bir bana Jorge Luis Borges’in (1899-1986)

Anlar adlı şiirini yolluyor. Son mesajı “tekrar okumakta yarar var (son iki

satırı s..tir et)” tavsiyesiyle geldi.

“Dinozorlaşmış olsan da, Borges’in dediğini yap” demek istiyor. Bu iyiliğine

karşılık ona (ve size), aynı şiirin, bana yolladığından daha kapsamlı

olduğunu sandığım bir çevirisini yaptım.

ANLAR

Hayatımı yeniden yaşayabilsem...

İkincisinde -daha çok

Hata yapmaya çalışacağım,

Mükemmel olmaya o kadar gayret etmeyeceğim,

Daha rahat ve umursamaz ve

Daha dolu şimdi olduğumdan,

Hatta daha az şeyi ciddiye alacağım,

Temizliğe daha az önem vereceğim,

Daha çok risk alacağım,

Daha çok gezeceğim,

Daha çok gün doğuşu seyredeceğim,

Ben Bir Hiçim

index-275_1.png

273

Daha çok dağa tırmanacağım,

Daha çok nehirde yüzeceğim,

Daha çok yere gideceğim hiç görmediğim,

Daha çok dondurma yiyeceğim ve daha az fasulye,

Daha çok gerçek sorunum olacak ve hayali olanlardan daha az,

Ben ihtiyatlı yaşayan ve çok eser verenlerdendim hayatının her dakikasında,

Tabii keyifli anlarım da oldu ama geri dönebilsem hep güzel anlar yaşamaya

çalışırdım,

Belki bilmiyorsunuz hayat şimdi’lerden müteşekkildir,

Şimdi’leri yitirmeyin!

Ben termometresiz hiçbir yere gitmeyenlerdendim,

Sıcak su torbam olmadan, şemsiyesiz,

Paraşütsüz hiç sokağa çıkmadım,

Hayatımı yeniden yaşayabilsem her sokağa çıktığımda yüküm hafif olacak,

Hayatımı yeniden yaşayabilsem ilkbaharın başından sonbaharın sonuna

kadar çıplak ayakla çalışmayı deneyeceğim,

Daha çok at arabasına bineceğim,

Daha çok gün doğuşu seyredeceğim ve daha çok çocukla oynayacağım.

Bir şansım daha olsa ama şimdi seksen beşindeyim

ve biliyorum, ölüyorum.

Borges bu şiiri yazdıktan iki yıl sonra öldü.

Umarım hiç olmazsa daha çok dondurma yedi. Ve daha az gazete okudu.

RAHAT OL, GÜZELSİN

Kendiniz hakkında ne düşünüyorsunuz? Vücudunuzu beğeniyor musunuz?

Yeteri kadar zayıf mısınız? Burnunuz güzel mi? Memeleriniz dolgun mu?

Gözlerinizin çevresindeki kırışıklılar belirginleşiyor mu?

Eğer belinizin çevresinde yağ varsa kalbinizin ve karaciğerinizin etrafında da

buna orantılı yağ olacağına ve bunların sizi kalp krizinden öldüreceğine

inanıyor musunuz?

Ben genç ve güzelken kadınlarda sıskalık aranılan bir özellik değildi.

You may also like...

  • Los Reyes del Cypher
    Los Reyes del Cypher International by Andy Torres
    Los Reyes del Cypher
    Los Reyes del Cypher

    Reads:
    5

    Pages:
    76

    Published:
    Nov 2024

    Un grupo de estudiantes de diferentes nacionalidades y orígenes se encuentran en un viaje inesperado hacia la amistad, el autodescubrimiento y el poder transf...

    Formats: PDF, Epub, Kindle, TXT

  • Chronologie der Neuen Weltordnung
    Chronologie der Neuen Weltordnung International by ELI YAH
    Chronologie der Neuen Weltordnung
    Chronologie der Neuen Weltordnung

    Reads:
    0

    Pages:
    136

    Published:
    Nov 2024

    Seit Anbeginn der Zeit ist GOTT (YHVH) ) dabei, für SICH ein eigenes Volk zu schaffen, eine heilige Nation, die von oben geboren wurde (Offb 1,6; 1Petr 2,9-10...

    Formats: PDF, Epub, Kindle, TXT

  • Das Mamilch-Mysterium: Himmel- und Höllenfahrt in der Schweiz?
    Das Mamilch-Mysterium: Himmel- und Höllenfahrt in der Schweiz? International by Michael Gauger
    Das Mamilch-Mysterium: Himmel- und Höllenfahrt in der Schweiz?
    Das Mamilch-Mysterium: Himmel- und Höllenfahrt in der Schweiz?

    Reads:
    0

    Pages:
    21

    Published:
    Nov 2024

    Gemäss dem apokryphen Nicodemus-Evangelium (alias "Pilatus-Akten") soll die Himmelfahrt Jesu Christi sich am "Berg Mamilch" ereignet haben. Dieser wird allerd...

    Formats: PDF, Epub, Kindle, TXT

  • Я больше не одинока
    Я больше не одинока International by Майана Оуэнн
    Я больше не одинока
    Я больше не одинока

    Reads:
    2

    Pages:
    45

    Published:
    Oct 2024

    У маленькой Тори уже в пять лет началась череда бед. Эти несчастья, шедшие одни за другими, преследовали и семью девочки ещё до её рождения. Кажется, что будт...

    Formats: PDF, Epub, Kindle, TXT